23 Mayıs 2014 Cuma

SÜLEYMAN DEMİREL ÇATI ADAYI İÇİN KİMLERİ ÖNERDİ?

DEMİREL ÇATI ADAYI İÇİN KİMLERİ ÖNERDİ?
Henüz aday açıklamayan seçim stratejisi de belirlemiş değil. AK Parti dışında CHP ve MHP'nin ortak aday çıkarma düşüncesi ağır basıyor..
Demirel çatı adayı için kimleri önerdi?..
Cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecinde siyasi partilerin isim arayışları sürüyor. Henüz aday açıklamayan seçim stratejisi de belirlemiş değil. AK Parti dışında CHP ve MHP'nin ortak aday çıkarma düşüncesi ağır basıyor. Siyasi kulislerde iki partinin de tek bir adaya destek vermesi için yürüttüğü çalışmalar konuşuluyor.
DEVLET BAHÇELİ'NİN DEMİREL ZİYARETİ
MHP lideri Devlet Bahçeli'nin, cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin "çatı aday" önerisi kapsamında görüşlerini almak için geçtiğimiz hafta ziyaret ettiği 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ile buluşmasında, olası "çatı aday" isimlerinin konuşulduğu ileri sürüldü.
Siyasi kulislere yansıyan iddialara göre Demirel görüşmede dört ayrı isim telaffuz etti. Bahçeli'nin "çatı aday" önerisi için "Zor ama ısrarcı olmak lazım" diyen Demirel'in, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Türk Parlamenterler Birliği Onursal Başkanı Hasan Korkmazcan, AK Parti hükümetinde Başbakan Yardımcılığı yaptıktan sonra partiyle yollarını ayırarak yeni parti kuran Abdüllatif Şener ve İlhan Kesici'nin "çatı aday' olarak düşünülebiliceğini söylediği belirtildi.
BAHÇELİ, SEZER'LE DE GÖRÜŞTÜ
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Süleyman Demirel ziyaretinin artından bu kez de 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'le görüştü. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli görüşmenin çok sıcak ve samimi bir hava içinde geçtiğini söylerken, çatı aday önerisi hakkında görüşü sorulan Sezer "Sayın siyasi partilerin takdiridir. Söyleyecek bir şey yok" yanıtını verdi. 
23 Mayıs 2014, Cuma - (CHA., www.iyigunler.net // iyi günler net - TÜRKİYE)

22 Mayıs 2014 Perşembe

46 Şafağı’nda Demokrat Parti; SEVGİLİ VE DEĞERLİ HALKIMIZ BİLSİN Kİ !..

SEVGİLİ VE DEĞERLİ HALKIMIZ
BİLSİN Kİ !..
Cumhuriyet tarihinin en ağır bunalımlarından birini yaşamaktayız.
Türk milleti bu süreci de elbette sonlandıracaktır. Şimdilik sorumluları ve suçlarını tespit dönemindeyiz. Tedip ve tazmin dönemleri de gelecektir.
Şafak yakındır.
Yeni şafak, en az 1946’daki kadar demokrasiye, en az 1955’deki kadar kalkınmaya, en az 1966’daki kadar sanayileşmeye dönük bir heyecanla sökecektir.
Bunalımın ağırlığı ve bağlantıları, milli atılımın, inkılâpçı ve sosyal adaletçi bir programla yürütülmesini zorunlu kılmaktadır.
Gücümüz; 19 Mayıslarda, 7 Ocak 1946 şafaklarında denediğimiz birikimlerdedir.
Aşağıda 7.1.2014 tarihli bir değerlendirmeyi sunuyorum:
Hasan KORKMAZCAN (*)
20. Dönem TBMM Başkan Vekili
*
46 Şafağı’nda Demokrat Parti
İki yüz yıllık bunalımlı arayış dönemlerinin sonunda, 7 Ocak 1946 tarihinde Türk siyaset tarihinin en önemli adımlarından biri atıldı. Demokrat Parti kuruldu.
Altmışlı yıllardan seksenli yıllara kadar, benim çok dinlediğim “Biz 46 Şafağı’nda Yola Çıkanlar” tanımlaması, merkez- merkez sağ siyasetin ortak kimliği oldu. Bu söylemi, demokrasi döneminin önemli hatiplerinden Talat Asal, Ali Naili Erdem ve Cevat Önder’in davudi seslerinden hâlâ duyar gibiyim.
Demokrasi, milli değerler, hukuk devleti, halka hizmet bilinci, faziletli yönetim, Cumhuriyetin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, egemen ve bağımsız bir toplum olarak dünya milletleriyle yarışmak, dünya barışına katkı, evrensel kültürü halkı Müslüman ve laik yönetimi benimsemiş bir millet olarak zenginleştirmek, dayanışma ruhuyla kalkınmasını bir arada gerçekleştirerek huzur ve refah toplumuna uzanmak hepimizin ortak hülyasıydı....
Her dara düştüğümüzde, her rehavete kapıldığımızda “46 Şafağı’nı” hatırlamak bize yeni bir başlangıç yapmanın enerjisini verirdi. Yeni başlangıçlar için hiçbir koşul bizi yılgınlığa ve bezginliğe itemezdi.
“1946 Şafağı’nda Yola Çıkanlar” bilinci, millet hizmetinde üç-dört kuşağı kozmik bir eylem bulutu gibi sarmıştı.
1957 Seçimleri’nin sonuçlarını Isparta Demokrat Gazete’nin matbaasında şafak vaktine kadar izlemiştim. O yıllarda Celal Bayar’ı, İsmet İnönü’yü, Tevfik İleri’yi, Said Bilgiç’i, Suphi Baykam’ı, Fethi Çelikbaş’ı salonlarda ve meydanlarda dinlemiştim. Adnan Menderes’le şafak vakti yollara düşüp temel atma törenlerinin haberlerini yazmıştım. “Kıbrıs Türk’tür, Türk Kalacaktır” sloganlarıyla mitinglerde konuşanlardan biri olmuştum.
27 Mayıs darbesi bu coşkuyu durdurdu. Adeta ırmağın yatağını değiştirdi. Daha önce halktan yönetime, partilerden halka geçen enerji akımı kesildi.
Büyük şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiri, içinde her sınıftan Türk insanının bulunduğu bu sinerji yumağının en güzel tasviridir.
İşte, 27 Mayıs’ta kaybedilen bu ruh olmuştur.
Anadolu’nun büyük ozanı Homeros da her destan bölümüne güzel Anadolu’nun şafaklarını anlatarak başlar: “Toprakların üstünde uyanan Şafak kızı, gül parmaklarıyla ufukları boyarken kahramanlar yola koyulur.”
Bu Anadolu Şafakları, bu binlerce yıllık yurdumuzun hep taze başlangıçlara yönelten çağrıları, atalarımızı “Uzak Asya’dan” İstanbul’a, Roma’ya, Viyana’ya koşturmuştur.
1946 Şafağı da, Milli Mücadele kahramanlarını elbirliğiyle demokratik rejimi kurma görevine ulaştırmıştı.
Zamanın Milli Şefi de, zamanın muhalefet liderleri de TBMM’nin İstiklal Madalyası’yla onurlandırdığı gazilerdi. Onlar, Mustafa Kemal Atatürk’ün silah, siyaset ve dava arkadaşlarıydı.
1950-1960 arasındaki kavgaları da sert oldu. Kırıcı oldu. Fakat bugüne kadar her kalite erozyonunda dönüp örnek aldığımız, devlet yönetiminin faziletli uygulamalarını da Türk tarihine onlar yazdılar.
1961 sonrasında bizler yine 46 Şafağı’nın ilhamlarıyla demokrasiyi yeniden inşa etmeye koyulduk.
1971 sonrasında yeni darbe saldırılarına 46 Şafağı’nın bilinciyle karşı koyduk. Bu yıllarda, demokrasinin yaralarını sarma konusunda İnönü-Bayar yakınlığına tekrar tanık olduk. Milli Mücadele’de yorgun vatanı kurtarmada birbirlerini tamamlayan rollerindeki gibi demokrasi görevi üstlendiklerini gördük.
7 Ocak 1946’da atılan demokrasi adımı tıpkı Kuvay-ı Milliye gibi, halkımızın tarih boyunca bağımsız ve egemen bir millet olarak “kendi iradesini devlet hayatına hâkim kılma” arzusuyla başlamıştır.
Biz, “1946 Şafağı’nda Yola Çıkanlar” her zor dönemeçte yeniden fazilet yolculuğuna çıkacak enerji, umut, kuvvet ve kudrete sahip olduk.
Yeniden oluruz...
*
            (*)1941, Denizli – Tavas doğumlu. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Serbest Avukat. Türk Parlamenterler Birliği Genel Başkanlığı,  14., 15. 19 ve 20 Dönem Denizli Milletvekilliği, TBMM Başkan Vekilliği yaptı ve bir süre de Cumhurbaşkanlığı’na vekâlet etti. Evli ve 2 Çocuk babasıdır.

21 Mayıs 2014 Çarşamba

AZİZ TÜRK MİLLETİ’NE

AZİZ TÜRK MİLLETİ’NE

Milli varlık, kültürel değer ve çıkarlarımıza yönelik gizli ve açık saldırılar son zamanlarda yoğunluk kazanmıştır. Milletimizi kaygılandıran bu saldırılara etkin karşılık verilmemesi, saldırganlar, işbirlikçiler ve enstrümanlarının cür’etini artırmaktadır.
Bu durumda, ülke yönetiminin çeşitli dönem, makam, resmi/kurumsal ve özel alanlarında görev üstlenmiş, sorumluluk yüklenmiş aşağıda imzası olan bizler;
Uyarıcı bir çağrı yapmak sorumluluğu duyuyoruz.
Buna göre:
Bölge, dil, din, etnik ve mezhep temelli ayrıştırma siyasetleriyle Türk Milleti’nin egemenliği, Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, milli, laik, sosyal bir hukuk devleti olma özelliği kesinlikle tartışılamaz ve tartışılmasına izin verilemez.
KKTC’nin özgürlük, bağımsızlık ve egemenlik haklarını, Kıbrıs Türk’lerinin uluslararası anlaşmalardan doğan hak, hukuk ve güvencelerini, Doğu Akdeniz’deki güvenlik ve ekonomik çıkar dengesini ve Ege’deki statükoyu temel almayan hiçbir çözüm girişimi ve bunun KKTC yönetimine dayatılması kabul edilemez.
Milletimize yönelik uluslararası bir terör projesi olarak başlatılan “Sözde Ermeni Soykırımı” yalanını tanıyan “İnsan hakları, evrensel hukuk, adalet, ahlâk ve gerçek dışı” parlamento kararlarının geri aldırılması kaçınılmaz bir görevdir.
Bu konudaki milli kararlılığı gölgeleyecek girişimler meşru sayılamaz.
Türk siyaset gündemindeki seçim, gerginlik, yönetme yeteneksizliği, hatta hile ve şaibe kaygısından kaynaklanan meşruiyet tartışmaları fırsatçıları yanıltmamalıdır.
Hiçbir işbirlikçi milli davalarımızdan geri adım atamaz.
Hiçbir güç oldubittilerle Türkiye’den taviz koparamaz.
Hiçbir hükümet terörle işbirliği yapamaz ve işbirlikçilere taviz veremez!..
Bir tarafın fırsattan yararlanarak, diğer tarafın çöken itibarını tamir amacıyla sağlayacakları onursuz, hukuksuz ve sorumsuz uzlaşmalar;

Türk Milleti’nce yok hükmünde ve suç kanıtı olarak değerlendirilecektir.  

Hasan Korkmazcan'dan Şahane Bir Uyarı!

Hasan Korkmazcan'dan 
Şahane Bir Uyarı!
HASAN KORKMAZCAN
TBMM BAŞKAN VEKİLİ
“Batıda bazı sapkın çevrelerde görülen ırkçılığı Türk Milliyetçiliğine yöneltmek aşağılık bir işbirlikçiliktir. Türk Milliyetçiliğini ırkçılıkla suçlamak bir nefret suçudur ve milleti tarih içinde aşılan geri yapılara doğru çözme amaçlıdır. Türk Devletinin kimliğini tartışanlar, yönleri emperyalizmin Sevr’ine ve 1071 Bizans’ına dönük olanlardır. Ayetleri eksilterek, Hadis’lere ekleme yaparak bu gerçekler örtülemez, olsa olsa sahiplerini kutsalların tahrifçisi yapar „
Sayın Milletvekilim,
TBMM’nin 93 Açılış Yıldönümünde, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayram’ımızın sonsuza tadar kutlanması dileğimle sevgi ve saygılarımı sunarım.
Yıllardır ülke yönetimiyle ilgili görüş ve düşüncelerimi parlamenter dostlarıma iletmeyi, Türk Demokrasi Tarihi’nin önemli bir bölümünü – 1956 ‘dan itibaren gazeteci 1969’dan itibaren parlamenter olarak – izlemenin bana yüklediği bir görev saydım.
Bugün de aynı duyarlılık ve duygularımla bazı değerlendirmelerimi size sunmak istiyorum: 
Öncelikle Milletvekili kimliği konusundaki İnancımı bir kere daha belirtmeliyim. “Her bir milletvekili, şerefli yemin metninin bağlayıcılığıyla Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün önde gelen güvencesi olma sorumluluğunun bilincindedir. Milletvekilinin seçiliş şartları ve seçilme beklentilerinin oluşturduğu tüm zorluklara karşı, TBMM’nin kahramanlık ruhuna ve yemin onuruna bağlılığı, her türlü sadakat duygusunun önünde gelir.” Daha önceki yazılarımda size ilettiğim bu anlayışı bugün de aynen koruyorum. Başka bir siyaset anlayışının etik temelden yoksun olduğuna inanıyorum.
Sayın milletvekili, 
Toplumumuz, günümüzde anlamlandırmakta ve yorumlamakta güçlük çektiği bazı kaygılarla karşı karşıyadır. Kaygılar giderek derinleşmekte, belirsizlikler birer bunalım kaynağına dönüşmektedir.
Binlerce yılın birikimi olan ortak ilke ve değerlerimizin aşınmasına yol açan bir yönetim anlayışıyla mı yönetiliyoruz? İktidar odakları bu gidişin planlayıcısı mı, uygulayıcısı mı, seyircisi mi? Bu gelişmeler bazı çevrelerin dayatmalarının kaçınılmaz sonucu mudur? Bazı iktidar yöneticilerinin ülke-dünya dengelerindeki temel algılamaları bir yenilmişlik değerlendirmesine mi dayanmaktadır? Belgeli tarihi binlerce yıl olan Türk Devletinin yalnız kendisi için değil komşuları ve diğer ülkeler için de savunduğu egemenlik ve bağımsızlık esasına dayalı, karşılıklı saygı ile yürütülen dış ilişkiler ilkeleri hangi zorunluluklarla gölgelenmektedir? Bazı uluslar arası kuruluşlar, devletler ve bunların temsilcileri mütekabiliyet ve kendi yükümlülüklerine eş zamanlı sadakat ilkelerini söz konusu Türkiye olunca neden kolayca ihmale yeltenmektedirler? Müttefikimiz ülkelerle mevzuat birliğimize rağmen asker gönderme ve kabulde neden farklı usuller uyguluyoruz? Yürütme ve yargının uygulamalarında Anayasa’ya, kanunlara ve özellikle hukuk devletinin temel ilkelerine aykırılıklar zaman zaman tersinden bir sıkıyönetim, olağanüstü hal veya kriz yönetimi anlayışıyla mı yaygınlık kazanmaktadır? 
Devletin kanun hâkimiyetini, kamu düzenini, kamu güvenliğini ve hukuk istikrarını sağlama görevi hangi anayasal yetkiye dayanarak belirsizlik süreçlerine sokulabilmektedir. Türkiye Anayasa metninin yargıçlarla yazıldığı tek hukuk devleti, Cumhurbaşkanı statüsünün seçim yerine yasa yorumlarıyla gerçekleştiği tek cumhuriyet durumuna nasıl sürüklenmiştir? 
Bu sorular ve benzerleri birçoğuna katıldığım, bizzat tespit ettiğim ve somut örnekleri çokça yaşanan olaylardan doğmuştur. Sorunları yeni sorunlarla perdelemek, müsaadeli düşmanlıklarla gerilimler, sahicileştirilmiş başarılarla zaferler sahnelemek bazı güçlerin yönetme ve yönlendirme metodu olsa da, bizim ülkemizin insanlarının irfanını doyurmamaktadır. Durum başka türlü olsaydı halkımız, güç sahiplerinin gücü arttıkça alkışlamakta gönülsüz, güç sahibine yaklaşanları değersizleştirmekte aceleci davranmazdı.
Milletimiz tarihte hep kendi azim ve kararıyla yol almıştır.

Türk Milleti 93 yıldan beri de huzuru ancak, TBMM’nin devlet idaresinde millet iradesini etkin olarak uygulatabildiği dönemlerde bulmuştur. Kaygı, huzursuzluk ve bunalımlar işlerin TBMM’nin etki, gözetim ve denetimi dışına çıktığı veya öyle algılandığı süreçlerde doğmuştur. Günümüzde TBMM’yi yasa yapma, yasaların uygulamalarını denetleme, halkı bilgilendirme ve halkın taleplerini siyasi alana taşıma konularında sıradanlaştıran kaynağı belirsiz oldubittiler, toplumda karşılığını puslu bir ortam ve yön duygusunu yitirmişlik olarak bulmaktadır.
Sayın Milletvekili, 
Ülkemizdeki puslu ortam bir yandan siyasi, sosyal ve etik bunalımı beslerken diğer yandan marazi ve sapkın bir anlayışla Türk düşmanlığı zemininde buluşanların (ki bunlar herhangi bir milliyete bağlanamazlar, milliyetçi her ulusa saygılıdır, hatta kendi ırklarını üstün görme maluliyeti taşıyan ırkçılardan bile değildirler, ırkçılar hiç olmazsa başkalarının direktifiyle değer düşmanlığı yapmazlar) ölçüsüz taleplerle ortaya dökülmesine yol açmaktadır… Yeni Haçlılık’ın kanlı araçları olan EOKA, ASALA ve PKK gibi örgütlerin lobilerine dayananlar adeta kamu yetkileri kullanmaktadırlar.
Türkiye sanki bir savaş kaybetmiş, Türk milleti sanki kayıtsız şartsız teslim olmuş, Türk devleti sanki yeniden kuruluyormuş gibi Anayasa taslaklarının propagandası yapılmaktadır. İkinci Dünya Savaşının kayıtsız şartsız teslim olan mağlupları Almanlar, İtalyanlar ve Japonlar bile bu tadar ahlaksız tekliflere muhatap kılınmadılar.
Galipler, yendikleri hemde insanlık dışı ırkçı uygulamalarla suçladıkları Almanlar’ın, İtalyanlar’ın ve japonlar’ın Milli adlarını Anayasadan çıkarmalarını istemek cüret’ini göstermediler.
Galip işgalcilerin yazdığı Alman Anayasası Madde:116 vatandaşlığı “ Alman Kavmiyeti” bağlantılı olarak hükme bağlamıştır.
İtalyan Anayasası Madde: 51/2 “Etnik İtalyanlığı” bile vatandaşlığa bağlamıştır. “Güneşin Oğlundan” insan kimliğine dönüşen Japon imparatoru HİRO HİTO bile işgalcilerin yazdığı Anayasayı 3 Kasım 1946 günü yeni bir Anayasa olarak değil “ Japon İmparatorluk Anayasasının DEĞİŞİKLİĞİNİ yayınlıyorum” ibaresiyle yürürlüğe koymuştur.
Sayın Milletvekili, 
Gerçekleri örtmekte sınır tanımayanlar Osmanlı Devletinin yapısı ve kimliği hakkında da tarihi inkâr etmektedirler, Osmanlı Devleti Aliyesi Kadim Asya İmparatorluklarının ve Selçukluların devamı olarak milli, merkezi ve üniter bir devlet anlayışını hayata geçirmiştir. 
1876 Anayasasının Osmanlı kimliğini esas alan hükümleri içinde madde: 18 “hidamatı devlette istihdam olunmak için devletin lisanı resmisi olan Türkçeyi bilmek şarttır” ibaresi yer almaktadır.
Aynı şekilde 57. Maddede “ Heyetlerin (Heyeti Ayan ve Heyeti Mebusan) müzakeratı lisan-ı Türki üzere cereyan eder” hükmü yer almaktadır. 68. maddede “Osmanlı tebhası olmayan, ecnebi hizmetinde olan ve Türkçe bilmeyenlerin” heyetlere seçilemeyeceği hükme bağlanmış, yeniden aday olabilmek için “Türkçe okumak ve mümkün metreme yazmak şart olacaktır” hükmü yer almıştır.
Bu gerçekleri görmezlikten gelenlerin tarih tahrifatçılığı tescillenmiştir. 
Bir başka tarih yalanı da Türklük kavramının 1924 Anayasasıyla ihdas edildiği iddiasıdır. Halbuki TBMM 02.11.1922 tarihli kurucu anayasa hükmündeki 308 numaralı kararında “tarihe intikal etmiş olunduğu bir anda Osmanlı İmparatorluğunun Müessis ve sahibi hakikisi olan Türk Milleti Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş, hem de o düşmanlarla birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan saray ve babi ali aleyhine  mücadeleye atılarak TBMM ve onun hükümet ve ordularını biteşkil … bugünkü halas gününe vasıl olmuştur” ibarelerini tarihe silinmez harflerle kazımıştır.
Sayın Milletvekili, 
Batıda bazı sapkın çevrelerde görülen ırkçılığı Türk Milliyetçiliğine yöneltmek aşağılık bir işbirlikçiliktir. Türk Milliyetçiliğini ırkçılıkla suçlamak bir nefret suçudur ve milleti tarih içinde aşılan geri yapılara doğru çözme amaçlıdır. Türk Devletinin kimliğini tartışanlar, yönleri emperyalizmin Sevr’ine ve 1071 Bizans’ına dönük olanlardır. Ayetleri eksilterek, Hadis’lere ekleme yaparak bu gerçekler örtülemez, olsa olsa sahiplerini kutsalların tahrifçisi yapar 
Sayın Milletvekili,
Milletimiz kaygı ile izlediği ve bilinç ile kaydettiği her Türlü hukuksuzluğun hesabını elbette soracak kararlılığa sahiptir. Milletteki kaygının temel sebeplerden biri kendi hukuk dışı konumları tescillenenlerin TBMM üyelerini de aynı gayrı meşru zemine çekme gayretleridir.
TBMM’nin Anayasa değişikliği yapma yetki ve sınırları TC Anayasasında açıkca belirlenmiştir. TBMM elbette yeminlerine onurla bağlı üyeleri eliyle yasama organını kendi meşrutiyetini çiğneyecek konuma düşürmeyecektir.
1971’de Anayasanın 147. Maddesini bizzat kaleme alan, Partiler arası Anayasa Komisyonunun başkanı olarak, şanlı TBMM’nin değerli üyelerinin, milletin verdiği kutsal yetkiye hiçbir gücü ortak etmediğinin ve kendi tercihlerini hukuk çizgisinden asla taşırmama kararlılığının tanığıyım.
Milleti şerefle temsil edenlerin kopamayacakları öncelikli ilke yeminlerine sadakat dır. Bunun yerine getirilmediği süreçte vatandaşın, millet, ülke ve milletine sadakat’i devreye girer.
Sizlerin de yüce Türk Milletinin beklediği gibi TBMM’nin tarihsel bilincini gelecek kuşaklara şerefle aktaracağınızdan kimse şüphe edemez.
Bu kutlu günde başta TBMM’nin kurucusu ve ilk başkanı Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere ebediyete uğurladığı bütün millet temsilcilerini rahmetle anıyorum. Yaşayan bütün parlamenterlerimize esenlikler diliyorum.
En yürekten saygılarımla...
Hasan KORKMAZCAN
Denizli 14.15.19.20. Dönem Milletvekili
TBMM E. Başkanvekili
TPP Onursal Başkanı 
EK: 1,
Türk Parlamenterler Birliği 33. Yıl kitabı 215 ve 254 sayfalarındaki metinler

Hasan Korkmazcan: Tek otorite yetkileri gasp etti.

Hasan Korkmazcan:
Tek otorite yetkileri gasp etti
CİHAN - ANKARA
23 Aralık 2013, Pazartesi  14:11
HASAN KORKMAZCAN

Türk Parlamenterler Birliği Onursal Başkanı Hasan Korkmazcan, yargı ve emniyette kamu yetkilerinin AKP iktidarı tarafından gasp edildiğini belirtti.
Hasan Korkmazcan, yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarına ilişkin yaptığı yazılı değerlendirmede, yargı ve güvenlik bürokrasisinin Anayasa ve kanunlarla belirlenmiş yetkilerini kullanamaz konuma getirildiğini ifade ederek, “Dünden itibaren eksiklik ve aksaklıkları kamuoyunca bilinen devlet çarkı tamamen durmuştur. Yetkileri tek otorite tarafından gasp edilmiş bir kamu faaliyeti, devlet organlarının icraatı sayılamaz. Bu durumda, Türkiye’de artık sınırlarını yasaların belirlediği bir rejimin yürürlükte olduğunu savunmak çok güçtür. Kamu güvenliği, temel hak ve özgürlüklerin teminatı, keyfi olarak sergilenen, iktidarın suçlarını örtme refleksinin gölgesine itilmiştir. Şu anda içinde bulunduğumuz süreç sıkıyönetim ve olağanüstü hal rejimlerinden daha kısıtlayıcıdır.” diye konuştu.
TBMM’Yİ GÖREVE ÇAĞIRDI.

Sıkıyönetim ve olağanüstü hal uygulamalarının hiç olmazsa yasal çerçeveye ve yasama organının periyodik denetimine tabi olduğunu hatırlatan Korkmazcan, şöyle devam etti: "Bugünkü keyfi, denetimsiz ve amacı, suç ortaklarını ve suç örgütüne dönüşmüş siyasi yapıların iktidarını sürdürmek olan uygulamalar, devleti felç etmiştir. Böyle durumlarda sistem içi tek çözüm, TBMM’nin devreye girmesi ve duruma el koymasıdır. Türkiye 1970, 1973, 1979 ve 1998 yıllarında da benzer durumlarla karşılaşmıştı. İktidarların görevlerini yapmak yerine kendi yolsuzluklarını savunma pozisyonuna geçtikleri bunalımları, geçmişte de yaşamıştı. Bu bunalımlar, TBMM’nin rejim içi formülleriyle aşılmıştı. 23 Nisan 2013 günü TBMM üyelerine bir uyarı mektubu yayınlamıştım. 1970, 1973, 1979 ve 1998 bunalımlarında da zamanın başbakanlarını bizzat uyarmıştım. Aynı tarihi sorumluluk duygusuyla TBMM’nin değerli üyelerini göreve çağırıyorum. TBMM’nin kendi içinden, Türkiye’ye ve dünyaya güven verecek bir yürütme organizasyonu geliştirmesi, acil ve öncelikli bir görev durumuna gelmiştir." CİHAN

O vekil (Hasan KORKMAZCAN) 43 yıl sonra 12 Mart‘ı anlattı

O vekil 43 yıl sonra 12 Mart‘ı anlattı

DÖNEMIN GENÇ MILLETVEKILI KORKMAZCAN, 12 MART'TA DARBECILERIN ANAYASASININ MECLIS’TEKI DEMOKRATIK DAYANIŞMA SAYESINDE REDDEDILDIĞINI SÖYLEDI.
Erhan SEVEN - ANKARA 
12 Mart muhtırasına genç bir milletvekili olarak TBMM'de tanık olan dönemin Demokratik Parti Grup Başkanvekili Hasan Korkmazcan muhtıraya nasıl karşı durduğunu anlattı. AKŞAM’a konuşan Korkmazcan, 1962'de darbe girişiminde bulunan Talat Aydemir'in idam edilmesinin ardından bir muhtıra ya da askeri darbe girişimi beklemediklerini söyledi. Muhtırayı Meclis lokantasında arkadaşlarıyla birlikte yemek yerken radyodan duyduğunu belirten Korkmazcan, "Genel Kurul açıldıktan sonra Meclis Başkanvekili 'Bir muhtıra var bunu okutacağım' deyince itiraz ettim. 'Meclis'te yapılacak işler bellidir. Hele icranın emrinde olan bir gücün Meclis’e tezkere göndermesi, okutması gibi bir şey söz konusu olamaz' diyerek karşı çıkışımızı ortaya koydum" dedi. 
DEMOKRATİK DAYANIŞMA
Korkmazcan darbecilerin anayasa girişiminin ise Meclis tarafından engellendiğini söyledi. Korkmazcan, "55 maddelik anayasa çalışması oldu. Taslak zaten hazırdı. Üstü çift aylı kağıtlarda, gizli olarak Adalet Bakanlığı'na verilmiş, Adalet Bakanı da partilere getirmişti. Ama bütün partiler, demokratik dayanışma gösterdi ve engellendi" diye konuştu. 
SEÇİMLE GELEN HÜKÜMETİ MUHTIRA YIKTI
Türkiye'nin utanç tarihine kara harflerle yazılan 12 Mart 1971 darbesinin üzerinden tam 43 yıl geçti. Türkiye'yi 12 Mart darbesine getiren süreç, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra gelişen sol orijinli yeni devrim yapısının ortaya çıkması ile başladı. Döneme damga vuran olaylar arasında 6.Filo protestoları, işçi gösterileri ve 15-16 Haziran 1970 olayları yer aldı. Muhtıradan önce emekli Korgeneral Celal Madanoğlu'nun darbe girişimi son anda önlendi. 12 Mart 1971’de TBMM'de okunan muhtırada, kardeş kavgası, sosyal ve ekonomik huzursuzluklar içine sokulan cumhuriyetin geleceğinin ağır bir tehlike içine düşürüldüğü” savunuldu. Seçimle gelen Demirel hükümeti istifa etmek sorunda kaldı, yerine teknokratlar hükümeti kuruldu. Başbakanlığa kısa süre önce CHP'den istifa ettirilen bağımsız Milletvekili Nihat Erim getirildi. 
TEHDİT ETTİLER AMA GÜRLER SEÇİLEMEDİ
Korkmazcan muhtıra sonrasında Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler’in istifa ettirilerek, kontenjan senatörü olarak Meclis’e sokulduğunu ve Cumhurbaşkanı adayı yapıldığını anlattı. Korkmazcan, “Biz Demokrat Partili milletvekilleri ve senatörler Ferruh Bozbeyli'ye oy verdik. Gürler, Cumhurbaşkanı seçilmezse gereği yapılır gibi bir tehditler vardı ama Gürler seçilemedi" dedi.  

CUMHURİYET BİR OYLA KURTULDU
Genelkurmay Başkanı Semih Sancar’ın görev süresinin iki yıl uzatılması teklifine itiraz ettiklerini belirten Korkmazcan, "Anayasa teklifi 299 kabul oyunda kaldı. 300 olsaydı Sunay'ın görev süresinin uzatılması kabul edilecekti. Bize göre cumhuriyete son verilmiş olacaktı, başka bir rejim kurulmuş olacaktı” diye konuştu.
12 MART ASKERDEN İBARET DEĞİLDİ
Korkmazcan, darbe girişiminin sadece askeri olmadığını belirterek, "Demokrasiyi hazmetmemiş unsurlar, sadece askerlerin içinde yoktur. Sivil unsurlar içinde de var. Türkiye'de demokrasiyi baskı altında tutarak çıkarlarını maksimize etmek isteyen dış güçler de var. Demokrasi cephesi de bir koalisyondur, demokrasi karşıtı cephe de bir koalisyondur. Bu koalisyon unsurları zaman zaman değişebilir ama 12 Mart'ta karşımızdakiler sadece askerden ibaret değildi. Bunu bilmemiz lazım" dedi.