Hasan Korkmazcan'dan
Şahane Bir Uyarı!
|
HASAN KORKMAZCAN TBMM BAŞKAN VEKİLİ |
“Batıda bazı sapkın çevrelerde görülen ırkçılığı Türk
Milliyetçiliğine yöneltmek aşağılık bir işbirlikçiliktir. Türk Milliyetçiliğini
ırkçılıkla suçlamak bir nefret suçudur ve milleti tarih içinde aşılan geri
yapılara doğru çözme amaçlıdır. Türk Devletinin kimliğini tartışanlar, yönleri
emperyalizmin Sevr’ine ve 1071 Bizans’ına dönük olanlardır. Ayetleri
eksilterek, Hadis’lere ekleme yaparak bu gerçekler örtülemez, olsa olsa
sahiplerini kutsalların tahrifçisi yapar „
Sayın Milletvekilim,
TBMM’nin 93 Açılış Yıldönümünde, Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayram’ımızın sonsuza tadar kutlanması dileğimle sevgi ve saygılarımı sunarım.
Yıllardır ülke yönetimiyle ilgili görüş ve düşüncelerimi parlamenter
dostlarıma iletmeyi, Türk Demokrasi Tarihi’nin önemli bir bölümünü – 1956 ‘dan
itibaren gazeteci 1969’dan itibaren parlamenter olarak – izlemenin bana
yüklediği bir görev saydım.
Bugün de aynı duyarlılık ve duygularımla bazı
değerlendirmelerimi size sunmak istiyorum:
Öncelikle Milletvekili kimliği konusundaki İnancımı bir kere
daha belirtmeliyim. “Her bir milletvekili, şerefli yemin metninin
bağlayıcılığıyla Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milletiyle bölünmez
bütünlüğünün önde gelen güvencesi olma sorumluluğunun bilincindedir.
Milletvekilinin seçiliş şartları ve seçilme beklentilerinin oluşturduğu tüm
zorluklara karşı, TBMM’nin kahramanlık ruhuna ve yemin onuruna bağlılığı, her türlü
sadakat duygusunun önünde gelir.” Daha önceki yazılarımda size ilettiğim bu
anlayışı bugün de aynen koruyorum. Başka bir siyaset anlayışının etik temelden
yoksun olduğuna inanıyorum.
Sayın milletvekili,
Toplumumuz, günümüzde anlamlandırmakta ve yorumlamakta
güçlük çektiği bazı kaygılarla karşı karşıyadır. Kaygılar giderek
derinleşmekte, belirsizlikler birer bunalım kaynağına dönüşmektedir.
Binlerce yılın birikimi olan ortak ilke ve
değerlerimizin aşınmasına yol açan bir yönetim anlayışıyla mı yönetiliyoruz?
İktidar odakları bu gidişin planlayıcısı mı, uygulayıcısı mı, seyircisi mi? Bu
gelişmeler bazı çevrelerin dayatmalarının kaçınılmaz sonucu mudur? Bazı iktidar
yöneticilerinin ülke-dünya dengelerindeki temel algılamaları bir yenilmişlik
değerlendirmesine mi dayanmaktadır? Belgeli tarihi binlerce yıl olan Türk
Devletinin yalnız kendisi için değil komşuları ve diğer ülkeler için de
savunduğu egemenlik ve bağımsızlık esasına dayalı, karşılıklı saygı ile
yürütülen dış ilişkiler ilkeleri hangi zorunluluklarla gölgelenmektedir? Bazı
uluslar arası kuruluşlar, devletler ve bunların temsilcileri mütekabiliyet ve
kendi yükümlülüklerine eş zamanlı sadakat ilkelerini söz konusu Türkiye olunca
neden kolayca ihmale yeltenmektedirler? Müttefikimiz ülkelerle mevzuat
birliğimize rağmen asker gönderme ve kabulde neden farklı usuller uyguluyoruz?
Yürütme ve yargının uygulamalarında Anayasa’ya, kanunlara ve özellikle hukuk
devletinin temel ilkelerine aykırılıklar zaman zaman tersinden bir sıkıyönetim,
olağanüstü hal veya kriz yönetimi anlayışıyla mı yaygınlık kazanmaktadır?
Devletin kanun hâkimiyetini, kamu düzenini, kamu güvenliğini
ve hukuk istikrarını sağlama görevi hangi anayasal yetkiye dayanarak
belirsizlik süreçlerine sokulabilmektedir. Türkiye Anayasa metninin yargıçlarla
yazıldığı tek hukuk devleti, Cumhurbaşkanı statüsünün seçim yerine yasa
yorumlarıyla gerçekleştiği tek cumhuriyet durumuna nasıl sürüklenmiştir?
Bu sorular ve benzerleri birçoğuna katıldığım, bizzat tespit
ettiğim ve somut örnekleri çokça yaşanan olaylardan doğmuştur. Sorunları yeni
sorunlarla perdelemek, müsaadeli düşmanlıklarla gerilimler, sahicileştirilmiş
başarılarla zaferler sahnelemek bazı güçlerin yönetme ve yönlendirme metodu
olsa da, bizim ülkemizin insanlarının irfanını doyurmamaktadır. Durum başka
türlü olsaydı halkımız, güç sahiplerinin gücü arttıkça alkışlamakta gönülsüz,
güç sahibine yaklaşanları değersizleştirmekte aceleci davranmazdı.
Milletimiz tarihte hep kendi azim ve kararıyla yol
almıştır.
Türk Milleti 93 yıldan beri de huzuru ancak, TBMM’nin
devlet idaresinde millet iradesini etkin olarak uygulatabildiği dönemlerde
bulmuştur. Kaygı, huzursuzluk ve bunalımlar işlerin TBMM’nin etki, gözetim ve
denetimi dışına çıktığı veya öyle algılandığı süreçlerde doğmuştur. Günümüzde
TBMM’yi yasa yapma, yasaların uygulamalarını denetleme, halkı bilgilendirme ve
halkın taleplerini siyasi alana taşıma konularında sıradanlaştıran kaynağı
belirsiz oldubittiler, toplumda karşılığını puslu bir ortam ve yön duygusunu
yitirmişlik olarak bulmaktadır.
Sayın Milletvekili,
Ülkemizdeki puslu ortam bir yandan siyasi, sosyal ve
etik bunalımı beslerken diğer yandan marazi ve sapkın bir anlayışla Türk
düşmanlığı zemininde buluşanların (ki bunlar herhangi bir milliyete
bağlanamazlar, milliyetçi her ulusa saygılıdır, hatta kendi ırklarını üstün
görme maluliyeti taşıyan ırkçılardan bile değildirler, ırkçılar hiç olmazsa
başkalarının direktifiyle değer düşmanlığı yapmazlar) ölçüsüz taleplerle ortaya
dökülmesine yol açmaktadır… Yeni Haçlılık’ın kanlı araçları olan EOKA, ASALA ve
PKK gibi örgütlerin lobilerine dayananlar adeta kamu yetkileri
kullanmaktadırlar.
Türkiye sanki bir savaş kaybetmiş, Türk milleti sanki
kayıtsız şartsız teslim olmuş, Türk devleti sanki yeniden kuruluyormuş gibi
Anayasa taslaklarının propagandası yapılmaktadır. İkinci Dünya Savaşının
kayıtsız şartsız teslim olan mağlupları Almanlar, İtalyanlar ve Japonlar bile
bu tadar ahlaksız tekliflere muhatap kılınmadılar.
Galipler, yendikleri hemde insanlık dışı ırkçı
uygulamalarla suçladıkları Almanlar’ın, İtalyanlar’ın ve japonlar’ın Milli
adlarını Anayasadan çıkarmalarını istemek cüret’ini göstermediler.
Galip işgalcilerin yazdığı Alman Anayasası Madde:116
vatandaşlığı “ Alman Kavmiyeti” bağlantılı olarak hükme bağlamıştır.
İtalyan Anayasası Madde: 51/2 “Etnik İtalyanlığı” bile
vatandaşlığa bağlamıştır. “Güneşin Oğlundan” insan kimliğine dönüşen Japon
imparatoru HİRO HİTO bile işgalcilerin yazdığı Anayasayı 3 Kasım 1946 günü yeni
bir Anayasa olarak değil “ Japon İmparatorluk Anayasasının DEĞİŞİKLİĞİNİ
yayınlıyorum” ibaresiyle yürürlüğe koymuştur.
Sayın Milletvekili,
Gerçekleri örtmekte sınır tanımayanlar Osmanlı Devletinin
yapısı ve kimliği hakkında da tarihi inkâr etmektedirler, Osmanlı Devleti
Aliyesi Kadim Asya İmparatorluklarının ve Selçukluların devamı olarak milli,
merkezi ve üniter bir devlet anlayışını hayata geçirmiştir.
1876 Anayasasının Osmanlı kimliğini esas alan
hükümleri içinde madde: 18 “hidamatı devlette istihdam olunmak için devletin
lisanı resmisi olan Türkçeyi bilmek şarttır” ibaresi yer almaktadır.
Aynı şekilde 57. Maddede “ Heyetlerin (Heyeti Ayan ve Heyeti
Mebusan) müzakeratı lisan-ı Türki üzere cereyan eder” hükmü yer almaktadır. 68.
maddede “Osmanlı tebhası olmayan, ecnebi hizmetinde olan ve Türkçe
bilmeyenlerin” heyetlere seçilemeyeceği hükme bağlanmış, yeniden aday olabilmek
için “Türkçe okumak ve mümkün metreme yazmak şart olacaktır” hükmü yer
almıştır.
Bu gerçekleri görmezlikten gelenlerin tarih tahrifatçılığı
tescillenmiştir.
Bir başka tarih yalanı da Türklük kavramının 1924
Anayasasıyla ihdas edildiği iddiasıdır. Halbuki TBMM 02.11.1922 tarihli kurucu
anayasa hükmündeki 308 numaralı kararında “tarihe intikal etmiş olunduğu bir
anda Osmanlı İmparatorluğunun Müessis ve sahibi hakikisi olan Türk Milleti
Anadolu’da hem harici düşmanlarına karşı kıyam etmiş, hem de o düşmanlarla
birleşip millet aleyhine harekete gelmiş olan saray ve babi ali aleyhine
mücadeleye atılarak TBMM ve onun hükümet ve ordularını biteşkil … bugünkü halas
gününe vasıl olmuştur” ibarelerini tarihe silinmez harflerle kazımıştır.
Sayın Milletvekili,
Batıda bazı sapkın çevrelerde görülen ırkçılığı Türk
Milliyetçiliğine yöneltmek aşağılık bir işbirlikçiliktir. Türk Milliyetçiliğini
ırkçılıkla suçlamak bir nefret suçudur ve milleti tarih içinde aşılan geri
yapılara doğru çözme amaçlıdır. Türk Devletinin kimliğini tartışanlar, yönleri
emperyalizmin Sevr’ine ve 1071 Bizans’ına dönük olanlardır. Ayetleri
eksilterek, Hadis’lere ekleme yaparak bu gerçekler örtülemez, olsa olsa
sahiplerini kutsalların tahrifçisi yapar
Sayın Milletvekili,
Milletimiz kaygı ile izlediği ve bilinç ile kaydettiği her
Türlü hukuksuzluğun hesabını elbette soracak kararlılığa sahiptir. Milletteki
kaygının temel sebeplerden biri kendi hukuk dışı konumları tescillenenlerin
TBMM üyelerini de aynı gayrı meşru zemine çekme gayretleridir.
TBMM’nin Anayasa değişikliği yapma yetki ve sınırları TC
Anayasasında açıkca belirlenmiştir. TBMM elbette yeminlerine onurla bağlı
üyeleri eliyle yasama organını kendi meşrutiyetini çiğneyecek konuma
düşürmeyecektir.
1971’de Anayasanın 147. Maddesini bizzat kaleme alan,
Partiler arası Anayasa Komisyonunun başkanı olarak, şanlı TBMM’nin değerli
üyelerinin, milletin verdiği kutsal yetkiye hiçbir gücü ortak etmediğinin ve
kendi tercihlerini hukuk çizgisinden asla taşırmama kararlılığının tanığıyım.
Milleti şerefle temsil edenlerin kopamayacakları öncelikli
ilke yeminlerine sadakat dır. Bunun yerine getirilmediği süreçte vatandaşın,
millet, ülke ve milletine sadakat’i devreye girer.
Sizlerin de yüce Türk Milletinin beklediği gibi TBMM’nin
tarihsel bilincini gelecek kuşaklara şerefle aktaracağınızdan kimse şüphe
edemez.
Bu kutlu günde başta TBMM’nin kurucusu ve ilk başkanı Gazi
Mustafa Kemal ATATÜRK olmak üzere ebediyete uğurladığı bütün millet
temsilcilerini rahmetle anıyorum. Yaşayan bütün parlamenterlerimize esenlikler
diliyorum.
En yürekten saygılarımla...
Hasan KORKMAZCAN
Denizli 14.15.19.20. Dönem Milletvekili
TBMM E. Başkanvekili
TPP Onursal Başkanı
EK: 1,
Türk Parlamenterler Birliği 33. Yıl kitabı 215 ve 254
sayfalarındaki metinler